riski yüksek ama potansiyel olarak verimli menkul kıymetlere yatırım yapan yatırım şirketi
(bir yerden) ayrılmak, hareket etmek.
When does the train go? He went early. It is time for us to go.
Fiil
işlemek, çalışmak.
Does your watch go well? The engine's going now.
Fiil
olmak, duçar olmak, (maruz) kalmak. -irmek, -leşmek/-laşmak.
to go mad/insane: delirmek.
to go hungry: acıkmak.
Her hair's going grey: Saçları kırlaşıyor.
When the crop fail, the people go hungry: Ürün yetişmezse halk açlığa duçar olur/aç kalır.
Fiil
davranmak, hareket etmek.
go warily.
Fiil
dalmak.
go to sleep: uykuya dalmak.
Fiil
tanınmak, bilinmek.
to go by a false name: takma adla tanınmak.
Fiil
ulaştırmak, götürmek, yol vermek, açılmak.
Which road goes to the station: İstasyon yolu hangisidir?
Where does this door go? Bu kapı nereye açılır?
Fiil
(zaman) geçmek.
Summer holidays go quickly.
Fiil
tahsis edilmek, verilmek, devrolunmak, harcanmak, sarfedilmek.
My money goes for food and rent. First prize goes to the winner.
Fiil
(a)
go at/to: satılmak.
The house went to the the highest bidder. (b) satın almak.
My money doesn't go far: Param fazla bir şey satın alamıyor.
$5000 goes a long way: 5000 dolar çok şey satın alabilir.
Fiil
sayılmak, telâkki edilmek.
A good lunch as lunches go: İyi bir yemek sayılır (Yemek olarak iyi bir yemek).
Fiil
sonuçlanmak, sonucuna var(dır)mak/ulaştırmak, sebep/vesile olmak, yönelmek, yaramak, kuvvetlendirmek.
The election went bad for him: Seçim onun aleyhinde sonuçlandı.
How did the game go? Oyun nasıl sonuçlandı?
This goes to prove my point: Bu, benim noktai nazarımı ispata yarar.
Fiil
ayrılmak, uzaklaşmak, kurtulmak, paçayı kurtarmak.
to go without hat.
to go unpunished: cezasız kurtulmak.
Fiil
yeri … olmak.
This book goes on the top shelf.
Fiil
(renk, biçim, üslûp vb.) uymak, uygun olmak, ahenkli olmak, sığmak.
These colors go well together:
Bu renkler birbirine uyuyor.
It won't go in the box: Bu, kutuya sığmaz.
Fiil
yetişmek, ulaşmak, varmak, kavuşmak, uzanmak.
This belt won't go around my waist. His memory does not go back that far.
Fiil
tüketilmek, sarfedilmek, bitmek, sona ermek, kaybolmak.
These extra expenses must go: Bu fazla
masraflar sona ermelidir.
My pen is gone: Kalemim kayboldu.
Fiil
ilerlemek, ileri gitmek, devam etmek.
go on: devam et.
Fiil
(haber, söylenti vb.) dolaşmak, yayılmak, (hastalık) bulaşmak, sirayet etmek, yayılmak.
The rumor has gone around. Measles went through the entire school.
Fiil
… diye ses çıkarmak.
The gun goes “bang”. The cork went “pop!”. The chain goes “clank”.
Fiil
(okula) devam etmek, (cümle, şiir, şarkı vb.) sonu … olmak/gelmek.
He goes to the college. How does that song go?: Bu şarkının sonu nasıldı?
The story goes that he was murdered.
Fiil
başvurmak, müracaat etmek.
to go to court.
Fiil
(a) yıpranmak, eskimek, aşınmak, zayıflamak.
His eyesight is going. His hearing went. These shoes are going. (b) geçmek, zail olmak.
My headache has gone.
Fiil
ölmek.
His wife went first. He went out like a light.
Fiil
yıkılmak, kırılmak, bozulmak.
The engine in the old car finally went.
Fiil
(yarışa vb.) başlamak, harekete geçmek, fırlamak.
Go when you hear the bell.
Fiil
olmak, etmek, eşit olmak.
Sixteen ounces go to the pound: On altı ons bir libre eder.
Fiil
içinde/dahil olmak.
Three goes into fifteen five times: On beşte üç beş defa var.
Fiil
sonuçlandırmak, sonucunu doğurmak, sonucu etkilemek, sonuca dahilolmak.
Fiil
… üzere olmak.
He is going to write: Yazmak üzeredir.
Fiil
şayanı kabul olmak, uymak, uygun olmak.
Anything goes: Hepsi uyar/hangisi olursa olsun kabule şayandır.
Fiil
kesin olmak, son karar/son söz olmak.
What I say goes! Sözlerim kesindir.
Fiil
kendini maruz bırakmak, at(ıl)mak, (zahmete vb.) katlanmak.
Don't go to any trouble (for me). He went to great pains to do it.
Fiil
(Mastar halinde önüne geldiği fiilin bildirdiği işi kuvvetlendirir, ona ivedilik, kesinlik vb. anlamı
katar):
He decided to go borrow it: Ödünç almaya kesinlikle karar verdi.
Fiil
tahammül/müsamaha etmek, dayanmak.
I can't go that music: Bu müziğe tahammül edemiyorum.
I can't go tea: Çay bana dokunur.
Fiil
bahse girmek, pey sürmek.
I'll go 5 dollars on number six/on that race.
Fiil
paylaşmak, … oranında iştirak etmek.
to go halves: yarı yarıya paylaşmak.
39. büyümek,
ürün vermek, ağırlığında olmak.
These tomatoes will go half a pound each.
Fiil
üzerine almak, taahhüt etmek.
His father went bail for him.
Fiil
go shares with: … ile paylaşmak.
Fiil
gayret, kuvvet, enerji.
A man with a lot of go: Çok gayretli bir adam.
The children are full of go, they run and play all day.
There is no go in him: Hiç gayret sarfetmiyor (hımbılın biri).
İsim
teşebbüs, hamle, girişim, girişme, deneme.
have a go (at sth/doing sth): (bir işe/şeye) girişmek,
teşebbüs etmek, bir işle uğraşmak.
He had a go at stopping the thief, but he couldn't hold on. Let's have another go at this problem.
İsim
başarı, muvaffakiyet.
He made a go of it: İşini başardı.
He seems to be making a go of his new store.
That was a near go: Dar kurtulduk.
İsim
Cambridge üniversitesinde A.B. derecesi için yapılan ilk sınav.
İsim
(oyunda) sıra.
It's my go: Sıra bende.
İsim
izin, müsaade.
give a go: izin vermek.
İsim
düzgün (gerektiği gibi) çalışmakta, faal.
All systems are go: Bütün sistemler normal çalışır durumdadır.
Sıfat
,
is. Japon daması: 361 gözlü damaya benzer tahta üzerinde siyah-beyaz taşlarla oynanan bir oyun.
(veya
take)
to any/great/any great pains: çok çabalamak/gayret etmek, çok büyük çaba/gayret
sarfetmek, çok çalışmak.
Mary took great pains with her English lesson and got high marks.
(or
fly)
off at (or
on)
a tangent: birden konu/fikir/söz değiştirmek, başka bir konuya atlamak.
okuldan dosdoğru babasının işine girmek
Fiil
kimseye bir zararı dokunmadan işiyle gücüyle meşgul olmak
Fiil
işiyle gücüyle uğraşmak
Fiil
her zamanki işinıyapmak
Fiil
her zamanki işini yapmak
Fiil
planlarını uygulamak
Fiil
tasarılarını gerçekleştirmek
Fiil
taahhüdünü yerine getirmemek
Fiil
doğduğu yere geri dönmek
Fiil
eski anılarını tazelemek
Fiil
eski alışkanlıklarına dönmek
Fiil
zorunlu olduğundan fazlasını yapmak
Fiil
birinin talimatı dışına çıkmak
Fiil
talimatının dışına çıkmak
Fiil
büyük başarı sağlamak
Fiil
hisse piyasalarında fiyatların yükselmesinden yararlanmak
Fiil
sinirleri altüst olmak
Fiil
İnanılır gibi değil!
Ünlem, Deyim
Anla anlayabilirsen!
Ünlem, Deyim
Buyur, buradan yak!
Ünlem, Deyim
Hayret birşey!
Ünlem, Deyim
Olacak iş değil!
Ünlem, Deyim
saldırganca girişimci kişi
üstü açık mini yarış arabası
İsim
liberal partiye girmek
Fiil
(şirket) dünyanın dört bir yanına yayılmak
Fiil
kendi yolunda gitmek
Fiil
bir kimsenin burnu dibinde yer almak
Fiil
gözünün önünde olup bitmek
Fiil
ölmek.
the great account: kıyamet günü.
kafasının dikine gitmek
Fiil
kendi yoluna gitmek, bildiğinden şaşmamak, kendi bildiğini okumak.
çok uğraşmak/çaba harcamak, büyük zahmete katlanmak. (b) kasten/mahsus/bile bile yapmak.
menzili dışına çıkmak
Fiil
notlarını gözden geçirmek
Fiil
(şirket) tasfiye etmek
Fiil
bütün parasını harcamak
Fiil
çıraklık dönemini tamamlamak
Fiil
çıraklık döneminde olmak
Fiil
gelen mektup buları okumak
Fiil
gelen mektupları okumak
Fiil
liyakatini göstermek
Fiil
birinin eşyalarını karıştırmak
Fiil
ölmek, rahmete kavuşmak, vefat etmek, ahirete göçmek.
gone to glory: ölmüş, müteveffa, rahmete kavuşmuş.
Hakkın rahmetine kavuşmak
Fiil
başını döndürmek, kafasını tutmak.
(a) (içki vb.) başına vurmak, başını döndürmek, şaşırtmak, sarhoş etmek.
The brandy went to his head. (b) kibirlenmek, burnu büyümek, kibirli/azametli/mağrur yapmak.
The applause of the crowd went to his head.
ölmek, rahmeti rahmana kavuşmak.
emeklilik çekini almak için postaneye gitmek
Fiil
yaz tatilini deniz kıyısında geçirmeye gitmek
Fiil
Tuvaletim var.
Cümle, Deyim
Tuvaletim geldi.
Cümle, Deyim
Çişim geldi.
Cümle, Deyim
Tuvalete gitmem lazım.
Cümle, Deyim
(Cambridge) giriş kabul sınavı
parasını yetiştirmek
Fiil
bir sıkımlık canı olan
Sıfat, Deyim
üflesen gidecek durumda
Sıfat, Deyim
pamuk ipliğine bağlı
Sıfat, Deyim